Gerceklerle yuzlesmeye basliyorsunuz ve alınan hiçbir maaş üniversitede zamanlarındaki sahip olunan yaşam kalitesini satın alamaz. O zamanlar özgürsünüzdür, aklınıza gelebilecek her türlü çılgınlığı, saçmalığı vs. gerçekleştirebilecek güce sahipsinizdir.
patronlara eğmek zorunda kaldığınız başı kimseye eğmek zorunda değilsinizdir, profesörlere bile. en önemlisi de yaratma, hayal etme dürtüleriniz henüz körelmemiştir.
biz nerede hata yapıyoruz bilemedim. şu 4-5 yılda üniversite için yapılan masrafla güzel, temiz bir köyde ev alsak bir de aylık 400- 500 lira gelirimiz olsa kitabımızı okusak, kaliteli sohbetlerimizi etsek şu hayattan sayısız kat fazla kaliteli yaşamımız olurdu. bu şekilde de yaşıyoruz ama ne için, neyin uğruna?
sanırım olayı emre adlı bir arkadaş vardı, yazar filan, o açıklamıştı bir kitabında. (şeytanın fısıldadıkları)
üniversite mezunu bir genç, iş hayatına başlamadan önce fal baktırmaya gitmiş. “on beş sene eziyet çekeceksin çocuğum,” demiş falcı.
“ya sonra? ya sonra?” diye ümitlenmiş çocuk.
“sonra” demiş, “alışıyorsun.”
üniversite sırasında pek çok kişinin aklına gelmeyen depresyon halidir. öğrencilerde bir özgüven olur genelde. hele ki iyi bir üniveristede okuyorlarsa. sanırlar ki okul biter bitmez herkes kendilerine kucak açacak bir anda bol maaş rahat bir iş sahibi olacaklar.
hatta öyle bir özgüven ki devlete burun kıvırıp, bana ne abi kpss den ne uğraşıcam girerim özel sektöre çalışırım derler. ancak mezun olunduktan çok kısa bir süre sonra bu durumun böyle olmadığı anlaşılır.kimsenin kimseye kucak açmadığı ortaya çıkar ilk önce, sonra merak etme seni bir yere yerleştiririz diye atıp tutan eş dosta ulaşamamaya başlarsın hatta merak etmeyin çocuklar çok rahat iş bulurunuz diyen üniversitedeki hocalarınız yanlarına gittiğinizde sizi tanımamazlıktan gelirler daha iki ay önce mezun olmuş olmanıza rağmen. en sonunda kendinizi boktan bir firmada fotokopi çekerken bulursunuz. işte bu son nokta tam olarak depresyona girmenizi ve uzun süre çıkamamanızı sağlar.
kırlarda bayırlarda koşmak, gezmek tozmak, eğlenmek, hayatı lay lay lom yaşamak istiyorum der ama o zamanlar çoktan geçmiştir… eski hayatına dönmek çabasıyla işi bırakıp ben kendimi akademik olarak daha da geliştiricem master yapıcam iyi işler bulacagım ayağına bir 2 sene daha okur ama durum değişmez, giden yıllar geri gelmez… lale devri dönemi sona ermiştir… genç sonunda boynu bükük bunu kabullenir, önündekiyle yetinmeye bakar… ya da hep geçmişte kalarak yaşar…
Bir arkadasimiz demis ki; aylar süren işsizlik, parasızlık depresyonundan sonra zar zor dünyadaki en dandik ilk 100 şirketleri listesine girebilecek bir yere girmemle birlikte, dünyanın en orospu çocuğu müdürü ve en kro iş arkadaşlarının bulunduğu bir ortamın içinde bulunmamın mutsuzluğu ve ezikliği içindeyim. aq yemin ediyorum her geçen gün içinde yaşadığım bu hayattan daha nefret ediyorum. haftanın 6 günü yaşadığım bu işkencenin üstüne bir de kendi içimde yaşadığım işkenceler var.
oysa ki böyle olmayacaktı hiç. hayal ettiğim düzgün bir yerde bir iş yapıp eve dönerken yorgun ama mutlu dönmek, laptop karşısına geçip o akşam yayınlanan dizimin yeni bölümünü izlerken bir şeyler atıştırmaktı. yani çok mu şey istedim bilmiyorum. umduğum gibi olmadı hiç bir şey. şimdi ise eve geldiğimde kendimi çekyata atıyorum ve işemeye tuvalete bile gitmek istemiyorum. misal geldim 1 saat olacak halen yattığım çekyattan kalkmadım. içimde bir eziklik var. keyifsizim. mutsuzluktan öte, fiziksel olarak canım acıyor. hiç bir şeyden keyif almıyorum aq hayat böyle sürecek ise yaşamak falan istemiyorum. ilerde belki her şey düzelir diye umut etmek ve o mutlu günlerimi de görmek bile istemiyorum.
cidden ruhen o kadar yorgunum ki kendimi düzeltmek, şöyle bir silkinmek için bile enerjim yok. hiçbir şey, hiç kimse düzeltemez artık beni. umarım kısa bir süre içerisinde ölürüm. şuan sadece bunun düşüncesi beni biraz rahatlatıyor. tek istediğim bu siktiğimin hayatını daha fazla çekmemek.öleceksek ölelim.
Bir baska arkadasimizin hikayesi ise;
üniversiteden mezun olunur. amaç insan kaynakları’nda ilerlemektir. tabi işsizlik korkusuyla bütün bilinen kurumsal firmaların bütün giriş seviyesi pozisyonlarına başvurulur.
– çok iyi bir şirkette merkez binada pazarlama departmanında dandik bir pozisyonda (asistan, yardımcı, ofis elemanı gibi sıfatlarla) işe başlarsınız. sorun şudur ki duygusal yapınız, bırak pazarlama departmanında çalışmayı, sizin dışınızda gelişen etik olmayan aksiyonları bile kaldırmıyordur. kıssadan hisse iş size uygun değildir.
sonuç: ilk önce dengeniz bozulur. anti depresanlarla idare edersiniz 1-2 ay. sonra iş bile aramadan, krizin ortasında ağlayarak istifa edersiniz. (ciddiyim, salak da diyebilirsiniz tabi)
– girdiğiniz bunalımdan çıkmak için, ben istediğimi yapacağım diye tutturursunuz. bulursunuz da o işi fakat bu sefer şirketin kurumsal olması gerektiğini unutmuşsunuz. antalya’daki en iyi şirketlerden birinin kurumsal olmayacağı aklınızın ucuna gelmez. kalkıp antalya’da yeni bir hayat kurarsınız. işiniz inanılmaz iyidir. ortamın tadından yenmez (ruslarla beraber çalışmak, insan kaynakları, antalya’da yaşamak). fakat bu sefer de salla başı al maaşı yaptığınızı anlarsınız. bayramlarda bile işe gidersiniz ama bütün gün ya müzik dinlersiniz ya film izlersiniz, otomatiğe bağlarsınız ve sizden istenen işlerin/raporların/analizlerin pek (aslında hiç) kullanılmadığını anlarsınız, patronun görünmesiyle insanların titremeye başlamasına anlam veremezsiz. paranızı elden verirler, şirket 3 kuruş vergi kaçırmanın hesabını yapar. sokarım böyle işe dersiniz. fakat bu sefer akıllanmışsınızdır. iş bulmadan, bu işi bırakmak yok.
sonuç: bir fırsatla istanbul’a geri dönersiniz. işi de yapmayı öğrendiniz.
– biraz da şansla doğru bir şirkette, doğru bir pozisyonda, doğru maaşla çalışmaya başlarsınız. iş hayatı depresyonundan da sonunda kurtulmuşsunuzdur.
edit: sevdiğiniz işten kovulursunuz, yüksek lisansa başlayıp öğrenci olursunuz!!!
züdüt: yüksek lisans’a devam ederken iyi bir şirkete girdiğinizi zannedersiniz. 1 sene çalışıp, allah sizin belanızı versin deyip istifa edersiniz. sonra aynı o şirket gibi iyi bir şirkete daha girdiğinizi zannedersiniz. o daha da kötü çıkar. ondan da 1 sene çalışıp ayrılırsınız. antalya yollarına tekrar düşersiniz.
durun lan editi: olm valla bak bu sefer son… en sonunda aha istediğin işi buldun dersiniz. hem de antalya’ya gitmeden. yöneticiniz de sizden sadece 3 yaş büyük, öyle süper bir parça olmasa da ortalamanın üstünde güzel bir hatundur. size hayatı ve şirketi dar eder. stresten hastanelik eder. o da yetmez hastanede yatarken de hayatı dar etmeye çalışır. hastaneden çıkılır çıkılmaz istifa edilir.
5 yılda 5. iş (arada atıldığım işi saymıyorum). tam skerim böyle kurumsalını da, şirketini de, domates satarım kendi işimi yaparım kafasındayken, durup dururken size bir iş teklifi gelir.
şu an haftada 2 gün şirkete gidiyorum. geliş gidiş saatlerime bakan yok. uzaktan bağlanıp evden çalışıyorum çoğu zaman. ve hayatımda ilk defa 1 seneyi aşkın süredir aynı şirketteyim. ve istifa etmeyi henüz aklıma bile getirmedim…